T4bcL5. Allah sevgisi ile yazdığı her bir şiir ve yürüdüğü yollarla nefsini terbiye etmesini bilen Aşık Yunus Emre’nin hayat hikayesidir… Asırlar öncesinde dünyada 82 yıllık yer kapladığı düşünüyor Yunus Emre’nin. Düşünülüyor diyorum, çünkü şiirleri pek sevilmiş ve dillerden dillere dolaşa dolaşa düşmüş kayıtlara. Bu sebepten onun hayatından çok araştırmalar sonunda kayıtlara düşmüş hayatının efsanesini aktarabiliyorum biyografim bir insanın, başka hayatlara dokunarak yürüttüğü yaşamından izler taşıyorsa, bir de yaşama öğretisi sunuyor demek. Yani demem o ki, iyiyi örnek almak her zaman esas görevlerimizden. Yunus Emre’nin yaşamından çıkardığım iki ders varBir, ani kararlar vererek kendine bu kadar güvenmemezlik etme! Ki okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. İkincisi de, pişman olduğunda Yunus Emre gibi, “Ben pişman oldum” diye yürüdüğün yolu geri dönmekten asla gocunma. Bu seni ancak yüceltir…Kendime ve naçizane size notlar da düştüğüme göre, Yunus Emre’nin hayatının efsanesine geçebiliriz…Keyifle…Çocukluğu ve eğitimiYunus Emre’nin doğduğu yer ve zaman konusunda kesin olan bir bilgi yok. Ancak 13. Yy’ın ikinci çeyreği ile 14. yy’ın ilk çeyreğinde yaşadığı düşünülüyor ve babasının İsmail Efendi olduğu biliniyor.…Şöyle bir bilgi de var Yunus Emre, Anadolu tarihinin en karışık dönemlerinden birinde dünyaya geldi. Bâbâîler İsyanı patlak vermişti ve Anadolu Selçuklu Devleti, Kösedağ Savaşı’nda Moğollara mağlup olarak çöküş dönemine girmişti. Resmi kaynaklara göre net bir tarih söylemek gerekirse de, tarih 1238 yılını gösteriyordu. Yine kayıtlara göre Batı Anadolu’da Sakarya nehri çevresinde bir yerlerde doğmuş olabileceği düşünülüyordu; bazı kaynaklara göre ise, gelince, Yunus adını gerçekten ona ailesi mi vermişti, bilinmez. Ancak günümüze adının ulaşmasını sağlayan şiirleriydi. Çünkü hemen her şiirinde adının Yunus olduğunu söyleyecekti. Emre lakabıysa, on bir şiirinde geçecekti…Hakkında çok az şey bilindiğinden, zamanla efsaneler onun hayat hikayesini oluşturmaya başladı. Yunus, küçük bir çocukken okula gitti; ancak alfabeyi bir türlü öğrenememişti. Bu sebeple okulu bıraktı ve köyünde çiftçilik yapmaya başladı. Küçücük elleri ile tarlalarda çalışıyor, ağaçlarla, bahçelerle ilgileniyordu. Kıtlık zamanlarıydı ve bu durum bir gün onunda kapısını çalmak için oldukça etkilendiği sırada Kırşehir’e yakın Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş-ı Veli adında birinin, insanlara yardım ettiğini duydu ve yollara düştü…Buğday mı, himmet miYunus Emre, biraz buğday alabileceğini düşünüyordu. Eli boş gitmek istemediğinden yol boyunca alıç topladı. Az gitti, uz gitti, sonunda Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergahına Bektaş-ı Veli, Yunus Emre’nin düşünceli davranışından çok etkilenmişti. Onun buğday için geldiğini düşündüğünde de şöyle dedi “Sorun bakalım, buğday mı ister, himmet mi?”Yunus, bu soru karşısında düşünmedi bile. Çünkü söz konusu olan açlıktı. “Himmet karın doyurmaz” dedi ve buğdayını alıp dönüş yoluna düştü. Yolu yürümeye henüz başlamıştı ki, elinin tersiyle düşünmeden reddettiğinin pişmanlığı sardı içini ve bu kez de düşünmeden dergaha doğru yürümeye başladı. Tekrar Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna bir solukta anlattı Hacı Bektaş-ı Veli’ye. Ancak aldığı cevap belli ki onu uğraştıracaktı. Hacı Bektaş-ı Veli, “O söylediğin artık geçti; bir o anahtarı Taptuk Emre’ye verdik” demişti. Aynı hatayı ikinci kez yapmayacaktı Yunus. Karnının açlığını unutmuştu ve bu kez Taptuk Emre’yi bulmak için yollara düştü…Erenler mertebesine adanmış 40 yılYunus Emre, Taptuk Emre’yi araya araya bulmuştu. Belki çok emek vermesi gerekecek; ama aradığını da bulacaktı. Eskiden her istenilen şey için verilmesi gereken bir emek vardı veşimdiki zaman gibi sabırsız değildi insanlar. Yunus Emre de emek verecek ve emeğinin karşılığına da ulaşacaktı…Yunus Emre, Taptuk Emre’ye yaşadıklarını ve buraya neden geldiğini anlattı. Onun dervişi olmuştu; görevi ise, dergaha odun taşımaktı. Yunus Emre, sabrın timsaliydi. Tam 40 yıl boyunca dergaha odun taşıdı ve bir tek eğri odun getirmedi…Nefis terbiyesinde bir hayatYunus Emre, dergahlarda şeyhleriyle manevi yönünü geliştirdi. Aşık Çelebi, Yunus Emre’nin medresede başarılı olamayıp Tanrı mektebinde eğitim gördüğüne açıklık getiriyordu. Evet, belki Yunus’un medresede eğitimini tamamladığı ya da icazet alıp almadığı konusu kesin bir şekilde açıklığa kavuşmuyordu; ancak iyi bir tahsil gördüğü muhakkaktı. Çünkü şiirlerinde devrinin ilmi ve felsefi sistemlerine onun şiirlerine kafiye zoruyla giren Farsça ve Arapça sözcükler de vardı. Özellikle tasavvufi kelimelere çok sık rastlanıyordu. Farsçası, Mevlana’nın etkisinde kalarak Divan-ı Kebir’den ve İran’ın en büyük şairi Sadi’den tercümeler yapacak kadar yanında Kur’an’ı anlayacak ve özümseyecek kadar da Arapçaya vakıftı. İslami bilgiler onun için kutsaldı. Sadece Kur’an’ı değil, hadis kültürünü ve peygamberler tarihini de iyi biliyordu. Eserlerinde tüm bu bilgilerinin yanında Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin gibi klasik edebiyatta yer etmiş aşıklardan bahsetmesiyle de dikkat şeyhleri sayesinde Allah sevgisini öğrenmeye nail olmuştu. Allah sevgisi, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşünceleri, eserlerinde İslam tasavvufunu işlemesine vesile şiirlerinde şehir şehir yürüyüp dost sorduğunu, Urum’da, Şam’da kendisi gibi bir garip bulamadığını anlatıyordu; aşık olup gurbet ellerde Mecnun gibi geziniyordu…Kayseri, Tebriz, Sivas, Maraş, Bağdat, Nahcivan, Şiraz şehirlerini ve neredeyse bütün Azerbaycan illerini dolaştıktan sonra bir süre Anadolu’da kışladı. Tarikatlar döneminde bu seyahatler, sufîlerin hayatında nefis terbiyesi için önemli bir unsurdu. Muhtemelen Yunus Emre de bu sebepten geziyor ve gezdikçe yazıyordu…Yunus Emre, sanat yaşamı ile iç içe geçmiş bir nefis terbiyesindeydi…Halkın Şairi, Yunus EmreTüm sanat yaşamı boyunca Yunus Emre, halka hitap etti. Halka, kendi konuşma diliyle adeta genellikle Allah sevgisi ve bu sevgi uğrunda bir ömür verilmesi gereken çabayı işledi. En azından bundan emin olacak kadar yaşadığı için ne kadar şanslı olduğunu biliyordu. Çünkü bu, tek gerçek eserlerinde ölüm, doğum, yaşama duyulan bağlılık, ilahi adalet ve insanın yüreğindeki salt sevgiye yer verdi. Şiirlerinde insanı yürekten gelen bir sesle çağırıyor; iyiye, güzele davet ediyordu..."Gelin tanış olalım,İşi kolay kılalım, Sevelim sevilelim, Dünya kimseye kalmaz!"Yunus Emre evlendiTaptuk Emre’nin iki gözünün bebeği bir kızı vardı. Özellikle sabrını ve düzenini takdir ettiği kızını Yunus Emre ile Yunus iç dünyasında kendisini bir türlü ona layık görmedi ve şeyhinin kızına asla elini sürmedi. Onun tek amacı erenler mertebesine ulaşmaktı ve bunu da başaramadığını düşünüyordu. Taptuk Emre’nin yanından ayrılmaktan başka çare göremedi…Hayatının ikinci dönüm noktasıYunus Emre, hayatının ikinci dönüm noktasındaydı. İlkindi Hacı Bektaş Veli’nin karşısına pişmanlıkla çıktığı andı. Şimdi ise, yine benzer bir pişmanlık Taptuk Emre’nin karşısındaydı. Belli ki insanın kendini arayışı hiç bitmiyor; insan kendini belki de hiç Emre, dergahından ve şeyhinden ayrı geçirdiği süreçte başından geçenler ve onlara karşı duruşu sayesinde anladı ki, istediği mertebeye ulaşmıştı. Çoktan mahcup olmuş bir yüzle döndü Taptuk Emre’nin kendisini affettirmek için çaba harcaması gerekiyordu ve işe karısının gönlünü almaya çalışarak başladı. Karısının cevabı ise şöyle oldu “Bilirsin gözleri görmez, sen kapının eşiğine yat. O sabah namazına kalktığında ayağı sana dokunur. Bu kim?’ diye bana sorar. Ben de Yunus derim. Eğer Hangi Yunus?’ derse, çek git. Yok, eğer Bizim Yunus mu?’ derse, kalk, şeyhinin eline sarıl”.Yunus Emre öldüOnun ki bu dünyadan vefalı bir gidişti...Şeyhine kendisini affettirmenin bir yolunu arıyordu ve karısının söyledikleri aklına yatmıştı. Gittiği ve döndüğü uzun yollar, şeyhini öylece bırakıp gidişi sebebiyle kendine öyle kızıyordu ki…O sabah, karısının dediği gibi şeyhinin ayağının kendisine dokunacağı anı bekledi. Ve hakkında rivayet edilen efsaneye göre, Yunus Emre’nin ömrü işte buraya kadardı. Şeyhinin ayağı ona değdi ve şeyhi “Bu kim?” sorusundan sonra “Yunus mu?” tepkisini verdiğinde, kalkıp şeyhinin ellerine sarıldı. Ve o elleri minnetle öptükten sonra, oracıkta son nefesini verdi. Şükürler olsun ki, erenler mertebesine ulaştığını fark ederek ayrılmıştı bu dünyadan. Varsayılan kayıtlara göre yıl, 1320 ki insanın ömrü bir arayıştan ibaretti. Aramak ve şanslıysan aradığını bulmak, bu dünyada çok az insana bahşediliyordu. Yunus Emre, o şanslı isimlerden biriydi. Yaratılmışı hoş görüyordu; yaratandan ötürü. Bu duyguyu taşıyabilmek, öyle kolay kaldırılamazdı…Yunus Emre öylesine çok sevildi ki, Anadolu’nun birçok yerinde adına mezarlar yaptırıldı. Asırlar öncesinden bahsettiğimiz ve efsanelere yatkınlık düşünülürse, Yunus Emre’nin ne zaman doğduğu, öldüğü ya da nereli olduğunun tam olarak bilinmeyişi çok Nushiye ve Divan adlı iki eseri yayımlandı. Eserlerine başka aşıkların da eserleri karıştı. Zamanla titiz bir çalışmayla ayıklanacak ve bugünkü haline mertebesine erişmek için bir ömrünü insana, hayata, huzura ve ahirete adayan, şiirleriyle yön bulduran bir Yunus Emre geçti bu dünyadan…İyi ki…Damla okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle Boğazında yunus şöleniMuğlada yunuslar tekneye eşlik ettiBursada yunus polisleri ile otomobil çarpıştı 2 polis yaralandıBarcelona Emre Demiri resmen açıkladı
YUNUS EMRE AŞKIN YOLCULUĞU KONUSU TRT 1 Ramazan ayı için Aşkın Yolculuğu Yunus Emre isimli iddialı bir dizi hazırladı. Ramazan boyunca hafta için her akşam ekrana gelecek olan dizide Yunus Emre'nin hakikat yolculuğu ve nefsiyle girdiği mücadele anlatılacak. Dizide Yunus Emra karakterini deneyimli oyuncu Gökhan Atalay canlandıracak. Sevilen oyuncu en son Diriliş Ertuğrul dizisinde Halep Emir'i El Aziz'in dayı Şehabettin'i canlandırmıştı. Dizide ayrıca Payidar Tüfekçioğlu, Baran Akbulut ve Seda Tosun gibi sevilen oyuncular da rol alıyor. Yapımcılığını Tekden Film'den Mehmet Bozdağ'ın üstlendiği dizinin senaryosunu Mehmet Bozdağ ve İsa Yıldız birlikte kaleme alırken yönetmen koltuğunda ise Kamil Aydın oturuyor. Diriliş Ertuğrul’un yapımcısı Tekden Film, Aşkın Yolculuğu Yunus Emre’yi Ramazan ayı boyunca hafta içi her akşam TRT ekranlarından izleyiciyle buluşturacak. Yunus’un tasavvuf yolunda, hakikate ulaşmak için yaptığı yolculuğu ve bu yolda başta kendi nefsiyle olmak üzere verdiği savaş ile çektiği çileyi konu alan Yunus Emre’ dizisi Ramazan’ın ilk günü başlıyor. Yapımını Tekden Film adına Mehmet Bozdağ’ın üstlendiği, senaryosunu Mehmet Bozdağ ve İsa Yıldız’ın yazdığı, yönetmenliğini ise Kamil Aydın’ın yaptığı Aşkın Yolculuğu Yunus Emre’ dizisi Ramazan ayı boyunca hafta içi her akşam saat TRT 1’de yayınlanacak. Yunus Emre’yi Gökhan Atalay’ın canlandırdığı dizide Tapduk Emre’yi Payidar Tüfekçioğlu, Molla Kasım’ı Baran Akbulut, Bacım Sultan’ı Seda Tosun, Ahi Mesud’u Mehmet Çepiç ve Hanım Ağa’yı ise Asuman Çakır oynayacak. “HAMDIM, PİŞTİM, YANDIM” Yunus Emre’yi canlandıran Gökhan Atalay, Yunus Emre’nin hamlıktan yanmaya geçen sürecini anlatacaklarını söyledi. “Bize hep anlatılan ve gösterilenden daha farklı bir Yunus Emre göreceğiz” diyen Atalay, “Mevlana’nın hamdım, piştim, yandım’ sözünden yola çıkarak Yunus Emre’yi üç evrede işleyeceğiz. İyi eğitim almış, benlik duygusu çok fazla olan kadı Yunus’un Taptuk Emre ile karşılaştıktan sonra benlikten birliğe geçiş sürecini ve bilinen Yunus Emre oluşunu göreceğiz. Yunus Emre karakterini canlandırmak şahsıma da büyük katkılar sağladı. Onu okudukça gerçeklerin çok da bize anlatıldığı gibi olmadığını fark ediyoruz. Tasavvufta karıncanın, filin, buğdayın ne manaya geldiğini öğrendim. Bu noktadan sonra Yunus şiirlerini okuduğumda karıncayı kafiye olsun diye değil de başka bir amaçla kullandığını fark ettim” ifadelerini kullandı. “SEYİRCİ KENDİSİNDEN ÖNEMLİ PARÇALAR BULACAK” Senaryonun Taptuk Emre, Yunus Emre ve Molla Kasım üçgeninde geçtiğini belirten yönetmen Kamil Aydın, seyircinin diziyi izlerken kendisinden de önemli parçalar bulacağını söyledi. Yunus Emre’yi insanların kendileriyle özdeşleştirebileceği bir hale getirmek istediklerini ifade eden Aydın, “Herkesin kafasında bir Yunus Emre var ama biz senaryoda farklı bir hal işledik. Medresede yetişmiş Yunus Emre’nin nasıl olabileceği üzerinden bir senaryo geliştirdik ve Yunus Emre’yi şimdiki insanların kendileriyle özdeşleştirebileceği bir hale getirmek istedik. Etrafına karşı yüksekten bakan ve gönlü daha nurlanmamış Yunus’un Taptuk ile buluşmasını anlatıyoruz. Taptuk’un ona verdiği nasihatlerle doğru yolu nasıl bulduğunu ve normal bir insandan Yunus Emre’ye nasıl geçtiği göstermeye çalıştık. Senaryomuz, Taptuk Emre, Yunus Emre ve Molla Kasım üçgeninde geçiyor. Seyirci, dizide kendisinden de önemli parçalar bulacak. Çünkü hepimizin nefsi var ve hepimiz onunla iyi kötü savaşıyoruz. Burada da izleyecekleri kendilerinden bir parça. Biz sadece başka bir dünyanın içinde seyirci için kurguladık” dedi. “ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜK, TRT EKRANLARINDA GÖRÜNDÜK” Çarşıdaki tüm esnaf birliklerinin başkanı Ahi Mesud karakterini canlandıran Mehmet Çepiç ise “Ete kemiğe büründük, TRT ekranlarında Yunus diye göründük. Yunus Emre dizisinin Türkiye insanı tarafından bilinmesi gerekiyor. Zaten biz kendi kültürümüzü biz bilemesek de tüm dünya çok yakından tanıyor. Canlandırdığım Ahi Mesud karakteri ise aynı zamanda esnafların da şeyhi olan çok dürüst bir derviş. Bu keyifli rol için çok çalıştım. Daha önce canlandırdığım karakterlerden çok farklı” dedi. Çekimleri Beykoz Kundura Fabrikası’nda devam eden dizi için 13. yüzyılın dünyası inşa edildi. metrekarelik alanda döneme ait iki adet kapalı ve açık plato kurulurken Nallıhan Çarşı,karatay Medresesi, dergah, ahi ocağı, han gibi mekanlar inşa edildi. Ayrıca 250 kostüm ve 150 başlığın üretildiği çekimler için metre kumaş Yolculuğu Yunus Emre Dizisinin Oyuncuları Yunus Emre - Gökhan Atalay Tapduk Emre - Payidar Tüfekçioğlu Molla Kasım - Baran Akbulut Bacım Sultan - Seda Tosun Ahi Mesud - Mehmet Çepiç Hanım Ağa - Asuman Çakır Dizinin geniş oyuncu kadrosunda yer alan diğer oyuncular ise Rüzgar Aksoy, Ergun Taş, Umut Tanyolaç, Sedat Erdiş, Murat Ercanlı, Ahmet Talay, Müge Uyar, Birand Tunca, Atilla Kılıç, Kaptan Görmen, Mehmet Ali Tunca, Emrah Girgin ve Samet Demir gibi oyunculardan oluşuyor.
Yunus Emre Kimdir. Şair Tasavvuf Adamı Hayatı Eserleri Şiirleri Halk Ozanı. Edebiyatı Sözleri Düşünceleri Kişiliği Tekke Yaşam YUNUS EMRE 1241-1321 Hayatına ilişkin bilgiler henüz netlik kazanmamıştır fakat yapılan son araştırmalar bağlamında 1241-1321 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Yunus Emre, Taptuk Emre dergâhında yetişmiştir. Doğum yeri bilinmiyor. 13’üncü yüzyılın ortalarına doğru Moğal istilası ve Selçuklu Devleti’nin yıkıldığı dönemde yaşadığı sanılıyor. Bu dönemin sarsıntı ve acıları Yunus’un eserlerinde derin izler bıraktı. Babasının adı İsmail. Medrese eğitimi gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. İran ve Yunan mitolojisiyle, tasavvuf tarihini inceledi. Hacı Bektaş ya da Sinan Ata’nın halifesi Taptuk Emre’nin dergahında hizmet etti. Taptuk Emre’nin düşüncelerini yaymak için Anadolu’yu dolaştı. Eskişehir Sarıköy, Manisa Buna ve Emreköy, Erzurum Dutçu Köyü, Isparta Keçiborlu ve Karaman’da adına yapılmış mezarlar var. Ama nerede öldüğü ve gömüldüğü kesin belli değil. Tasavvuf yorumunu benimseyen Yunus Emre’nin keskin bir gözlem gücü, derin bir hoşgörü anlayışı var. Şiirlerini hece ölçüyle yazdı. Ama aruz denemelerine de yer verdi. Hece ölçüseyle yazdığı dörtlüklerin yanısıra yine hece ile beyitler ve gazeller de yazdı. Dili arı Türkçe değil. Yer yer Arapça ve Farsça tamlamalar kullandı. Sağlığında düzenlediği divanı bulunamadı. Günümüzdeki divanları derlemedir. 1904’te birinci, 1924’te ikinci basımları yapılan Divan-ı Aşık Yunus Emre’nin yanısıra Burhan Toprak ve Abdülbaki Gölpınarlı’nın derleyip yayınladığı Yunus Emre divanları var. Yunus Emre’nin Edebi Kişiliği Yunus Emre, Türk düşünüş edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Onun uzun, devamlı hayat tecrübeleri varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında hummalı zihin yoruşları vardır. Yoksulu zenginden, kâfiri Müslümandan ayırmaksızın, Allah’ın eseri olan bütün insanlara karşı, onlarda Tanrı’dan yankılar bulan, engin bir sevgiyle doludur. Onun, vatan edindiği topraklar üzerinde asıl vatanından bir ömür boyu uzak kalmış bir insan üzüntüsüyle duyduğu gariplikler, kimsesizlikler vardır, özlediği vatan, Tanrı diyarıdır ve Yunus durmaksızın iç ve kafa hareketleriyle olgunlaşıp derinleşen, rint ve coşkun bir derviş hayatını, hep bu anavatana doğru, maddî, manevî yürüyüşlerle geçirmiştir. İslâm inanışının, üzerinde durmaktan çekindiği birçok problem, Yunus’un serbest ve zeki düşüncelerine konu olmuştur. Şair, duyup düşündüklerini, XIII. yüzyıl Türkçesiyle, her dilin söyleyemeyeceği bir kolaylıkla terennüm etmiştir. Tanrısını güllerde koklayan bir insan hazzıyle söylediği mısralar, Allah’a karşı sevgi dolu bir inanışın, Salınur Tûbâ dalları – Kur’an okur hem dilleri Cennet bâğının gülleri – Kokar Allah deyü deyü gibi sade, basit fakat söylenilmesi güç mısralardır. Varlıkların her zerresinde Tann’yı aramakla oyalanan şair, bir ağaç karşısında Altundandır direkleri – Gümüştendir yaprakları Uzandıkça budakları – Biter Allah deyü deyü gibi şiirlerini bu heyecanla söylemiştir. Bu arada sevgilisine varamamak endişesi, bütün Tanrı âşıkları gibi, zaman zaman Yunus’un da gönlünü acıtmıştır Murâdıma, maksûduma ermezsem Hayıf bana, yazık bana, vah bana Kaadir Mevlâm cemâlini görmezsem Hayıf bana, yazık bana, vah bana gibi kullandığı güzel Türkçedeki “yazık” ifade eden bütün kelimelerle feryat edişi bundandır. Tanrı-sı’ndan uzak kaldıkça, kalabalıklar içinde dahi kimsesiz olan insanın sonsuz garipliğini şiir dolu bir Türkçe söyleyiş haline getirmek için, Yunus’un şöyle bir düşüncesi yeter Acep şu yerde var m-ola – Bir garip ölmüş diyeler Şöyle garip bencileyin – Soğuk su ile yuyalar Bağrı başlı gözü yaşlı – Üç günden sonra duyalar Şöyle garip bencileyin – Şöyle garip bencileyin Yunus Emre’nin “Bâd-ı sabâya sorsunlar – Cânan illeri kandedür – Görenler haber versinler – Cânan illeri kandedür” diye, diyar diyar aradığı Tanrı’yı bir gün kendi içinde bulunca Canlar canını buldum – Ballar balını buldum Bu canım yağma olsun – Kovanım yağma olsun diyerek, nasıl coşkun bir şevki dile getirdiğini biliyorsunuz. Yunus Emre’de Dil ve Sanat Üç milletin, üzerinde yüzyıllarca işlediği Acem dili bile, Vahdet-i vücut inanışını Yunus kadar kolay söyleyememiştir. Onun hiçbir yapmacığa sapmadan, bir sanat kaygısına düşmeden söylediği sade, külfetsiz; fakat güzel şiirlerine bütün Tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir. Bu şiirlerin benzeri ancak onun yolunda yürüyen ve Yunus gibi söylemeyi ülkü edinenlerin bazı şiirleridir. Kili, yüzyıl ortasında bu dil o kadar ileri bir mucize lisanıdır ki bu sır ancak, Yunus’un Horasan’dan gelmiş bir aileye mensup olduğu haberiyle birleştirilerek çözülebilir. Herhalde Horasan’da eserleri bize kadar ulaşamayan, Türkçe, zengin bir Halk edebiyatı vardır. Aynı yüzyıl Anadolusu’nda Türkçenin ilk divan şiirlerini söyleyen Hoca Dehhânî’nin de Anadolu’ya bu Türk ülkesinden geldiği düşünülürse, bu yorumun önemi artmış olur. Yunus’un şiirlerinde tasavvufun söylenmesi güç fikir ve heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi, hemen görülür. Yunus bu şiirleri, eskiden öğrendiği bazı unutulmaz şiirleri hatırlıyor, onları tekrarlıyormuşçasına kolay söylemiştir. Yunus’un şiirlerinde İslâmî bir duyuş ve düşünüş sistemi olan tasavvuf felsefesi, Yakın Doğu Medeniyeti’nin ilhamıdır. Fakat, geri kalan her şey, dil, vezin, nazım şekli ve eşsiz bir Türkçe ile söyleyiş, hemen tamamıyle millîdir. Bunun içindir ki Yunus, yedi yüz yıldan beri gittikçe artan bir ilgiyle, bütün Türk halkı tarafından sevilmiş, okunmuş, taklit olunmuş, şiirleri bestelenmiştir. Halk tasavvufunun en ünlü tarikatı Bektaşî tekkelerinde Yunus’u okumak ve Yunus gibi şiirler söylemek, terk edilmez bir gelenek, zevkine doyulmaz bir neşe olmuştur. Yunus Emre Divanı’nın birçok yazma nüshası vardır. Fakat bu divandaki bütün şiirlerin Yunus’un olduğu söylenemez. Bu divana, Yunus tarzında söylenen daha sonraki şairlerin şiirleri de karışmıştır. Eski harflerle taş basması nüshaları bulunan Yunus divanını önce Burhan Toprak, sonra Abdülbâki Gölpınarlı yeni harflerle yayımlamışlardır. Bu divanın daha güzel ve ciddi bir basımına yine de ihtiyaç vardır. Yunus Emre hakkında şimdiye kadar yapılan incelemelerin en güzeli, Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli eseridir. Yunus Emre’nin Eserleri Divan Yunus Emre’nin ilk önemli eseri Divan’ıdır. Yunus Emre, Anadolu sahasında divan sahibi ilk sanatçı olarak değerlendirilmektedir. Divan’ında kullandığı dilden hareketle Oğuz dilinin en yetkin isimlerinden biri olarak kabul görmüştür. Yunus Emre Divanı’nda 400 civarında şiir mevcuttur. Yunus Emre Divanı’nda hece ve aruz ölçüsü birlikte kullanılmıştır. İlahilerin çoğu dörtlük yapısına sahiptir. Divan’ın içerisinde gazel ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış şiirler de vardır. Onun asıl ölmez eseri, büyük bir aşk ve düşünüş ve coşkuyla söylediği şiirlerini bir araya toplayan Divanıdır. Yunus Divanı’nda aruz vezniyle ve gazel şeklinde söylenmiş şiirler de vardır, fakat şair ilâhi’lerinin çoğunu ve en güzellerini hece ve dörtlüklerle söylemiştir. Risaletü’n Nushiyye Yunus Emre’nin ikinci önemli eseri Risaletü’n Nushiyye Nasihatlar Kitabı’dir. Bu eser mesnevi olarak kaleme alınmıştır. Risaletü’n Nushiyye’nin 14. yüzyılın hemen başında yazıldığı araştırmacılarla kabul görmüştür. Risaletü’n Nushiyye’nin 13 beyitlik bir mukaddimesi vardır. Bu giriş bölümünden sonra mensur bir bölüme yer verilmiştir. Risaletü’n Nushiyye sırasıyla şu üç bölümden oluşur Dasitan-ı Ruh ve Akıl, Dasitan-ı Kanaat, Dasitan-ı Gadab. Emine Yeniterzi’ye göre bu eser “Türk edebiyatında pend-name türündeki ilk eser”dir. Yunus Emre’nin Şiirleri GELİN EY KARDEŞLER Gelin ey kardeşler gelin Bu menzil uzağa benzer Nazar kıldım şu dünyaya Kurulmuş tuzağa benzer Bir pirin eteğin tuttum “Ana beni” deyip gittim Nice yüzbin günah ettim Her biri de bir dağa benzer Çağla Derviş Yunus çağla Sen özünü Hakk’a bağla Ağlar isen haline ağla Erdem vefa yoğa benzer ŞÖYLE GARİP BENCİLEYİN Acep şu yerde varm’ola Şöyle garip bencileyin Bağrı başlı gözü yaşlı Şöyle garip bencileyin Gezdim urum ile şamı Yukarı illeri kamu Çok istedim bulamadım Şöyle garip bencileyin Kimseler garip olmasın Hasret oduna yanmasın Hocam kimseler duymasın Şöyle garip bencileyin Söyler dilim ağlar gözüm Gariplere göynür özüm Meğer ki gökte yıldızım Şöyle garip bencileyin Nice bu dert ile yanam Ecel ere bir gün ölem Meğer ki sinimde bulam Şöyle garip bencileyin Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin Hey Emre’m Yunus biçare Bulunmaz derdine çare Var imdi gez şardan şara Şöyle garip bencileyin GÖNÜL ARZULAR SENİ Arayı arayı bulsam izini İzinin tozuna sürsem yüzümü Hakk nasip eylese görsem yüzünü Ey sevdiğim gönül arzular seni Yitirdim o dostu bilmem ne yanda Sevgisi gönülde muhabbet canda Yarın mahşer günü ulu divanda Ey sevdiğim gönül arzular seni Yunus senin methin eder dillerde Sevilirsin bütün bu gönüllerde Ağlayı ağlayı gurbet ellerde Ey sevdiğim gönül arzular seni GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ Ben yürürüm yana yana Aşk boyadı beni kana Ne deliyem ne divane Gel gör beni aşk neyledi Gah eserim yeller gibi Gah tozarım yollar gibi Gah akarım seller gibi Gel gör beni aşk neyledi Akar suların çağlarım Dertli ciğerim dağlarım Şeyhim anuban ağlarım Gel gör beni aşk neyledi Ya elim al kaldır beni Ya vaslına erdir beni Çok ağlattın güldür beni Gel gör beni aşk neyledi Ben yürürüm ilden ile Şeyh anarım dilden dile Gurbette halım kim bile Gel gör beni aşk neyledi Mecnun oluban yürürüm O yâri düşte görürüm Uyanıp melül olurum Gel gör beni aşk neyledi Miskin Yunus biçareyim Baştan ayağa yareyim Dost elinde avareyim Gel gör beni aşk neyledi DURUN DURUN AŞKA SELA Divaneler divaneler Durun durun aşka sela Aşk esriği mestaneler Durun durun aşka sela Mest-i elestler kandaksız Mestane mestler kanatsız Saki duruptur çanaksız Durun durun aşka sela Merdaneler merdaneler Erlik demi bu gündürür Baş verüben can terkini Vurun vurun aşka sela Ey nice hamle idelim İşbu fenadan gidelim Binin binin şevk atalım Sürün sürün aşka sela Muhabbet yoluna girip Aşktan dava kılan kişi Tan eylemiş aşıklara Görün görün aşka sela Akıl ne bilir aşkı kim Mağrur oluptur aklına Aşkı bu gün bu Yunus’a Sorun sorun aşka sela AŞKIN ALDI BENDEN BENİ Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni Aşkın aşıklar öldürür aşk denizine daldırır Tecelli ile doldurur bana seni gerek seni Aşkın şarabından içem Mecnun olup yola düşem Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni Sufilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leyla gerek bana seni gerek seni Eğer beni öldüreler kulum göğe savuralar Toprağım anda çağırır bana seni gerek seni Cennet dedikleri ne ki bir kaç köşkle birkaç huri İsteyene ver onları bana seni gerek seni Yunus-durur benim adım gün geçtikce artar ödüm İki cihanda maksudum bana seni gerek seni DOLAP NİÇİN İNİLERSİN Dolap niçin inilersin Derdim vardır inilerim Ben Mevlaya aşık oldum Anın için inilerim Benim adım dertli dolap Suyum akar yalap yalap Böyle emreylemiş çalap Derdim vardır inilerim Beni bir dağda buldular Kolum kanadım yoldular Dolaba layık gördüler Derdim var inilerim Ben bir dağın ağacıyım Ne tatlıyım ne acıyım Ben mevlaya duacıyım Derdim vardır inilerim Dağdan kestiler hezenim Bozuldu türlü düzenim Ben bir usanmaz ozanım Derdim var inilerim Dülgerler her yanım yondu Her azam yerine kondu Bu iniltim Haktan geldi Derdim vardır inilerim Suyum alçaktan çekerim Dönüp yükseğe dökerim Görün ben neler çekerim Derdim vardır inilerim Yunus bunda gelen gülmez Kişi muradına ermez Bu fanide kimse kalmaz Derdim var inilerim ELHAMDÜLİLLAH Haktan gelen şerbeti içtik elhamdulillah Şol kudret denizini geçtik elhamdulillah Şol karşıki dağları meşeleri bağları Sağlık safalık ile aştık elhamdulillah Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk Birbirmize eş olduk uçtuk elhamdulillah Vardığımız illere şol safa gönüllere Halka tapduk manisin saçtık elhamdulillah Beri gel barışalım yad isen bilişelim Atımız eğerlendi estik elhamdulillah İndik Rum’u kışladık çok hayır şer işledik Uş bahar geldi geri göçtük elhamdulillah Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk Artık denize dolduk taştık elhamdulillah Taptuğun tapusuna kul olduk kapusuna Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah AH NİDEYİM ÖMRÜM SENİ Yok yere geçirdim günü Ah nideyim ömrüm seni Seninle olmadım gani Ah nideyim ömrüm seni Geldim ve geçtim bilmedim Ağlayıp güssa yemedim Senden ayrılam demedim Ah nideyim ömrüm seni Hayrım şerim yazılacak Ömrüm ipi üzülecek Suret benden bozulacak Ah nideyim ömrüm seni Gidip geri gelmiyesin Gelip beni bulmayasın Bu benliğe sermayesin Ah nideyim ömrüm seni Hani sana güvendiğim Guveniben yuvandığım Kaldı külli kazandığım Ah nideyim ömrüm seni Miskin Yunus gideceksin Acep sefer edeceksin Hasret ile kalacaksın Ah nideyim ömrüm seni ŞOL CENNETİN IRMAKLARI Şol cennetin ırmakları Akar Allah deyu deyu Çıkmış islam bülbülleri Öter Allah deyu deyu Aydan aydındır yüzleri Şekerden tatlı sozleri Cennette huri kızları Gezer Allah deyu deyu Yunus Emre var yarına Koma bugünü yarına Yarin Hakk’ın divanına Çıkam Allah deyu deyu İLİM KENDİN BİLMEKTİR İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin Ya nice okumaktır Okumaktan murat ne Kişi Hak’kı bilmektir Çün okudun bilmezsin Ha bir kuru emektir Okudum bildim deme Çok taat kıldım deme Eğer Hak bilmez isen Abes yere yelmektir Dört kitabın ma’nisi Bellidir bir elifte Sen elifi bilmezsin Bu nice okumaktır Yiğirmi dokuz hece Okursun uçtan uca Sen elif dersin hoca Ma’nisi ne demektir Yunus Emre der hoca Gerekse bin var hacca Hepisinden iyice Bir gönüle girmektir NİÇİN AĞLARSIN BÜLBÜL HEY Sen burda garip mi geldin Niçin ağlarsın bülbül hey Yorulup iz mi yanıldın Niçin ağlarsın bülbül hey Karlı dağlardan mı aştın Derin ırmaklar mı geçtin Yârinden ayrı mı düştün Niçin ağlarsın bülbül hey Hey, ne yavuz inilersin Benim derdim yenilersin Dostu görmek mi dilersin Niçin ağlarsın bülbül hey Kal’alı şehir mi yıkıldı Ya nam-u arın mi kaldı Gurbette yârin mi kaldı Niçin ağlarsın bülbül hey Gulistanlarda yaylarsın Taze gülleri yeğlersin Yavlak zarılık eylersin Niçin ağlarsın bülbül hey Uykudan gözüm uyandı Uyandı kana boyandı Yandı sol yüreğim yandı Niçin ağlarsın bülbül hey N’oldu şu Yunus’a n’oldu Aşkın deryasına daldı Yine baharistan oldu Niçin ağlarsın bülbül hey ÇEKE GELDİ ÇEKE GİDER Aşkın odu ciğerimi Yaka geldi yaka gider Garip başım bu sevdayı Çeke geldi çeke gider Kâr etti firak canıma Aşık oldum cananıma As zencirin dost boynuma Taka geldi taka gider Sadıklar durur sözüne Gayri görünmez gözüne Bu gözlerim dost yüzüne Baka geldi baka gider Bülbül eder ah-ü figan Hasret ile yandı bu can Benim gönülcüğüm ey can Hakk’a geldi Hakk’a gider Arada olmasın asi Onulmaz bağrımın başı Gözlerimin kanlı yaşı Aka geldi aka gider Miskin Yunus’un sözleri Efgan eder bülbülleri Dost bahçesinin gülleri Koka geldi koka gider GEL GİDELİM DOSTA GÖNÜL Bir karardan durmayalım Gel gidelim dosta gönül Hasretinden yanmayalım Gel gidelim dosta gönül Kılavuz ol gönül bana Gel gidelim yârdan yana Canım kurbandır canana Gel gidelim dosta gönül Kara haberin almadan Can bedenden ayrılmadan Azrail bizi bulmadan Gel gidelim dosta gönül Gerçek murada varalım Yârin hatırın soralım Yunus Emre’yi alalım Gel gidelim dosta gönül KALANLARA SELAM OLSUN Bu dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun Ecel büke belimizi Söyletmeye dilimizi Hasta iken halimizi Soranlara selam olsun Tenim ortaya açıla Yakasız gömlek biçile Bizi bir aşan vech-ile Yunanlara selam olsun Azrail alır canımız Kurur damarda kanımız Yuyacağın kefenimiz Saranlara selam olsun Sala verile kasdimize Gider olduk dostumuza Namaz için üstümüze Duranlara selam olsun Dünyaya gelenler gider Hergiz gelmez yola gider Bizim halimizden haber Soranlara selam olsun Miskin Yunus söyler sözün Yaş doldurmuş iki gözün Bizi bilmeyen ne bilsin Bilenlere selam olsun
Yunus Emre’nin hayatı ile ilgili günümüze kadar gelen net bir bilgi bulunmamaktadır. Birçok kaynak ikinci yarısı ile 14 yy ilk çeyreğini göstermektedir. Yunus Emre’ ye ait Risaletü’n Nushiyye adlı eserinde yazdığı tarih bu olasılığı oldukça güçlendirmektedir. Bu yönde yapılan araştırmalar 1241 yılında doğduğu ve 1320 veya 1321 yılında öldüğü yönündedir. 1241 yılı Anadolu’ da Selçuklu Devletinin çöküşüne denk gelen, Moğollar tarafından istilaya uğranmış karışıklığın ve zulmün olduğu bir dönemdir. Bu dönemde dünyaya gelen Yunus Emre’nin eğitimi ile ilgili de net bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı kaynaklara göre Arapça ve farsça bildiği ancak bu eğitimi nerden aldığı ile ilgili bir kaynak bulunmamaktadır. Bazı rivayetlere göre Yunus Emre’nin okuma yazma bilmediği, babası ile çiftçilik yaptığı yönündedir. Günümüze aktarılan yazılı bir kaynak olmadığından dolayı eğitimini nerden aldığı hakkında bir bilgiye rastlanmamaktadır. Yunus Emre’nin Selçuklu Devletinin çöküş sürecinde neler yaptığı, ne ile uğraştığı tam olarak bilinmese de bazı kaynaklardan edinilen bilgiler onun bazı kişilerden eğitim aldığı yönündedir. 1241 yılı batıya doğru yayılan Moğol istilası ile birlikte birçok sanatçı, bilim adamı, mutasavvıf ve Türkmen çoğunluk Anadolu’ ya göç etmiştir. Bunlardan Mevlana Celalettin Rumi’nin babası olan Bahaeddin Veled de bu kişilerden biridir. Bu kişilerin göçleri ile Konya ve Kayseri’ de farklı din ve görüşler yaygınlaşmaya başlamıştır. Yunus Emre’nin hayatı tam olarak Selçuklu devlerinin çöküşü, Moğol hâkimiyetinin olduğu döneme denk geldiği için, içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı, isyanlar ve savaş onun tüm eserlerine yansımıştır. Halkı sevgiye, hoşgörüye davet eden şiirleri günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. F. Kadri Timurtaş’a göre Yunus emre tahsilini Konya’da yapmıştır. AyrıcaMevlanaCelalettin Rumi’nin sohbet meclisinde bulunduğu ve onunla görüştüğü yönünde bir bilgi de bulunmaktadır. Mevlana Celalettin Rumi öldüğünde 1273, Yunus Emre ise otuzlu yaşlarının başında idi. Yunus Emre derviş kisvesiyle tasavvufi görüşünü yaymak için Anadolu’ ya, İran’ a ve Azerbaycan’ a seyahat etmiştir. Anadolu’ da Sivas, Kayseri, Nahçıvan, Maraş, Tebriz, Şiraz, Şam gibi kültür merkezi şehirlere de seyahat etmiştir. Yunus Emre’nin evliliği hakkında net bir bilgi bulunmasa da, kendi yazdığı "Bunda dahı verdin bize oğul u kız çift ü helâl" mısraları çocukları olduğu yönündedir. Yunus Emre eserlerinde Şeyhinin Tapduk Emre olduğunu belirtmiştir. Bazı şiirlerinde Tapduk Yunus adını kullanmış, yapılan araştırmaların Tapduk Emre dergahının Mevlana Celaleddin Rumi’ ye bağlı olduğunu göstermiştir. Yunus Emre Divanı’nda Mevlana Celaleddin Rumi için övgü dolu sözler de yer almaktadır. Bazı görüşlere göre Yunus Emre’nin yolu Hacı Bektaşi Veli ile karşılaşmış ancak ondan bir eğitim almamış olduğudur. Bu görüşün temelinde Tapduk Emre’nin Hacı Bektaşi Veli’nin öğrencisi olduğu, bu yüzden Yunus Emre’ yi ona yolladığı yönündedir. Bektaşi menkıbelerinde Emre adlı bir kişiden söz edilir. Hacı Bektaşi Veli Anadolu’ya gediğinde, büyük kişiler arasında olan Emre’yi de Rum erenleri ile beraber davet eder ancak Emre bu davete icabet etmez. Bunun üzerine Hacı Bektaşi Veli başka bir yolla onu tekrar davet eder ve önceki davetine neden gelmediğini sorar. Emre erenler meclisinde perde arkasından bir elin ona nasip verdiğini söyler, bunun üzerine Hacı Bektaş Veli o elde bir işaret olup olmadığını sorar. Emre elin üzerinde yeşil bir ben olduğunu söyler, Hacı Bektaş da elini göstererek bunun gibi bir ben mi der. Bunun üzerine Emre ’Tapduk padişahım’’ der ve adı Tapduk Emre olarak anılmaya başlar. Yunus Emre’nin kendi eserlerinde ise Hacı Bektaşi Veli’nin adı geçmez. Ancak Hacı Bektaşi’nin tarikatındaki tasavvuf anlayışıyla birçok yönden paralellik göstermektedir. Ayrıca Hacı Bektaşi Veli’nin Ahmet Yesevi’nin anlayışıyla aynıdır. Yunus Emre’nin bu anlayışta olduğundan aralarında bir bağ olduğu varsayılabilir. Yunus Emre’nin hayatının bazı kesitlerini Hacı Bektaşi Veli’ ye ait Vilayet Name isimli eserde de yer almaktadır. Bu eserde Yunus Emre için anlatılan hikâye şöyledir; "Hacı Bektaşi Veli'nin şöhreti Anadolu’ da her yere yayıldı, her şehirden insanlar gelmeye başladı. Mürit olmak isteyen, muradı almaya gelen kişiler kapımızı çalıyor, derdine derman bulup dönüyorlardı. Sivrihisar’ın güneyinde kalan Sarıköy’de yaşayan Yunus adlı genç, ekincilikle geçinen fakir bir adamdır. Bir sene süren kıtlık yüzünden mahsul alamamış ve Hacı Bektaşi’nin adını duyarak yola çıkmıştı. Yolda Hacı Bektaşi için alıç toplamış, Karaöyük’ teki Hacı Bektaşi dergahına gelmişti. Hünkâra ’ Ben yoksul bir adamım, ektiğim ekinden mahsul alamadım, alıca karşılık nasibimi lütfedin, ehlimle, ayalimle yiyeyim der. Hünkar alıcı yemelerini emreder. Birkaç gün sonra Yunus köyüne dönmeye karar verir, bunun üzerine hünkar dervişi ile haber yollar. ’ Sorun bakalım buğday mı ister nefes mi? Yunus Emre bu cevabı hiç beklemediğinden, ’ Ben nefesi ne yapayım bana buğday gerek ’ dedi. Bunun üzerine Hünkâr tekrar haber yolladı, ’ Alıç çekirdeği başına on nefes verelim’’ der. Yunus Emre ’ Ehlim var, ayalim var, bana buğday gerek diye ısrar edince, buğdayını verirler ve yola çıkar. Yunus Emre yolda yaptığı hatanın farkına vararak, geri döner. Tekrar Hünkâr’ ın kapısını çalar. Hünkâr artık onun kilidinin anahtarının Tapduk Emre’ de olduğunu söyleyerek onu yollar. Yunus Emre Tapduk Emre’ ye Hacı Bektaşi Veli’nin selamını ve olup biteni anlatarak dergaha girer. Tapduk Emre’ de ’ Halin bize malum oldu, hizmet et, emek ver, nasibini al’’ der. Kırk yıldergaha hizmet eder. Dağdan en düzgün odunları, kırk yıl boyunca dergâha taşıyan Yunus Emre, bir gün bile eğri odun getirmemiştir. Bu durumu Tapduk Emre Yunus Emre’ ye sorduğunda, "Dağda eğri odun çok; lâkin senin kapında odunun bile eğrisi yakışmaz!" der. Günlerden bir gün Tapduk Emre'ye bir neşe geldi, hallendi. Meclisinde Yûnus-ı Gûyende adlı bir şair vardı, ona söyle dedi. Mırın kırın etti, söylemedi. Tapduk, Yûnus dedi, sohbet et, şevkimiz var, işitelim. Yûnus gene söylemedi. Bu sefer Tapduk, Yûnus Emre'ye döndü, Hünkâr'ın nefesi yerine geldi, vakti tamam oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini verdik, hadi söyle, dedi. Hemen Yûnus Emre'nin gözünden perde kalktı, söylemeye başladı. Söylediği nefesler, büyük bir divan oldu." Yunus Emre’nin kırk yıllık dergâh hayatına ait bu bilgiler dışında bir bilgi bulunmamaktadır. Yunus Emre’nin mezarı ile ilgilide günümüze ulaşan net bir bilgi bulunmamaktadır. Miladi takvime göre 1320 veya 1321 yılında öldüğü biliniyor, mezarının yeri tam olarak tespit edilemediğinden, farklı yerlerde mezarı olduğu rivayet ediliyor. Anadolu’ da bazı yerlerde Yunus Emre’ ye ait olduğu iddiaları olan mezarlar bulunmaktadır. Sivrihisar Sarıköy , Isparta / Keçiborlu, Erzurum, Sivas, Bursa, Ünye, Ortaköy, Kula ve Sandıklı’ da bulunan mezarların hangisi Yunus Emre’ ye ait olduğu hala belirlenmemiştir. Mezarının belli olmamasının nedeni ise, Anadolu’da yaygın olan büyük zatlara ait makam ihdas edilmemesi olarak da açıklanabilir. Bu büyük düşünür, şair, halk ozanı yaşadığı yüzyılın çok daha ötesine, eserleriyle ışık tutarak ölümsüzlük mertebesine ulaşmıştır. Yunus Emre’ ye ait şiirler divan adlı eserde toplanmış, şiirlerde aruz ve hece ölçüsü kullanmıştır. Bu eserden Fatih nüshası, Yahya Efendi nüshası, Balıkesir nüshası, Niyazi Mısri nüshası, Karaman nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Bursa nüshası adı ile çoğaltılan kopyaları da mevcuttur. Yunus Emre’ ye ait bir diğer eser de Risaletü’nNushiyye’ dir. Bu eser 1307 yılında 573 beyitten oluşan, mesnevi tarzda kaleme alınmış bir eserdir.
yunus emre bacım sultan ile evlendi mi